Düz Yazı 1
Belki hiç bir önemi kalmayacak bu yazdıklarımın, yarın. Ne kadar nefret etsem de yakıyorum sönen sigaramı.
Ne bir hayalim var ne bir amacım şu dünyada, Bekliyorum öleceğim günü sabırsızlıkla.
Duydum birkaç yazar adı, yazmaya başlayıp hiç durmayan, Nihayetinde yüzlerce binlerce beyiti farkında olmadan yazan
Satırlar kafiyeli olsun diye uğraşıyor muyum? Yoksa benim zihnimin çalışma şekli mi bu? Diye merak eder dururum.
Uzun zamandır içimde bir şeyler yazıp çizme dürtüsü duyuyordum, Sonunda nasip oldu, işte yazıyorum. Hem geçen günde birkaç çizik atıvermiştim bir kağıda. Geometri ilgimi çekerdi hep, Biraz keşif yolculuğu yaptım şekillerle.
Düz metin yazmak benim işim değil, ben ahenk ve kafiye seviyorum. Kelimeler birbiri ardına sanki melodi. Belli bir ölçüye göre yazmıyorum kanımca, Yalnızca, irili ufaklı koreografiler çıkarırlar ortaya. Bir formülün farklı biçimlerde tezahürleri olarak. İddiam böyle olsa bile gerçek olmayabilir; Belki de tamamen rastgele yazıyorumdur Ve dayandığı hiçbir formül yoktur eserlerimin.
Yine de zevk aldığımın ve beni bir akışa sokan biçim bu. Geleneksel olandan, dayatmadan, tekerrürden ve ziyandan hoşlanmam. Bu yüzden geldiği gibi yazar, yazıldığı gibi bırakırım. Düzelttiğim tek şey tonlama ve ritimdir yazılarımda.
İçten pazarlıklıklı, çıkarcı bir yapım var; ne yapayım? Fakat olabildiğince uzlaşmacı ve anlayışlıyım.
Aslam burcu olmamdan mı, yoksa fıtratımdan mı bilmem hep kendimden söz edişim? “Her şey benim için ve benim yüzümden.”
Öyle hikaye filan da yazamam, çünkü kurgu nedir bimem. Çıkarsama yapar, teori üretirim. Nadirdir bir şeyleri değiştirme isteğim. Olana razı olur, olmuşa hayıflanırım. Bence kendini düzeltmenin budur yöntemi.
Bir aralar çok okur, dinler ve izlerdim. Çıkardıklarımı insanlara nasihat ederdim. Sonra farkettim ki nasihat vermek haddime değil. Başladım ben de bu nasihatleri kendime vermeye. Sonuçta ne mi oldu? Sıkıldım nasihat dinlemekten. Artık ne başkasına ne kendime…
Bir gün gelir de okur muyum bu yazdıklarımı? Belki. Ne de olsa her şey mümkün bu hayatta.
Bitmedi henüz yazacaklarım. İçimde onca şey var ki, bir anda çıkaramıyorum hepsini. Şimdiye kadar olanlar bir girizgahtı sadece.
Dahasından uzak durmam nedendir? Getireceklerinden korktuğum için mi? Belki de götüreceklerinden korkuyorumdur?
Zorlama şiirler yazdığım oldu. Genelde aşıkane bir pastorizm ile. Sonra dönüp bakmadım bir daha yüzlerine. Asıl şiiri Orhan Veli ile tanıdım. Şiirin şiirden fazlası olduğunu anladım. Ne uyak, ne kafiye, ne de ölçü imiş şiir. Hepsinden fazlası, hayatın ta kendisiymiş. Şarkı söylemek, aşık olmak, aylak aylak dolaşmak, Kah hüzünlenip, kah neşelenmek; Yeri geldiğinde dibine kadar sıkılmak, Zamanı geldiğinde sıkıntılarından kurtulup Baharı hissetmekmiş içinde.
Camdan kendi yansımama baktığımda yaşını almış ciddi bir adam görüyorum. Fakat biliyorum ki içimdeki ciddiyetsiz çocuğu hiç kaybetmedim. Hiç büyümek istemedim. Büyüklerin yalan dolanına, entrikasına, haksızlığına, sahte gülüşlerine ve Yalandan sevmelerine, para için birbirlerini incitmelerine dahil olmak istemedim. Resim defterimi alıp resim çizmek, dışarı çıkıp saklambaç oynamak, Radyodan çalan şarkıya umursamazca eşlik etmekti tek dileğim. Büyümek, içimdeki çocuğu hapsetmek. Ve yalnızca kimsenin görmediği anlarda dışarı çıkmasına izin vermek.
İşin aslı şu ki; para kazanma derdi ve eylemlerimi bu amaca yönelik Evirme zorunluluğum beni strese sokuyor. Hayattan zevk almamı engelliyor. Peki, hayattan zevk almaktan kastım ne? Yani, hayatımın geri kalanında para Kazanma derdim olmayacak olsa ne halt yerdim? Zevk aldığım şeyleri yapmaktan alı Konulduğumu iddia ediyorum, o halde zevk aldığım şeylerin ne olduğunu da söyleyebilmem gerekir. Aksi takdirde boş bir iddiada bulunuyorum demektir. Biraz düşündüm ve zevk aldığımı iddia ettiğim çoğu şey aslında yapılmadan önce zevk almadığım bir süreçten geçmemi gerektiriyor. Mesela; davul çalmak. Evet davul çalmayı seviyorum fakat adam akıllı davul çalabilmek için davul çalmayı öğrenmem gerekiyor. Yada yemek yapmak; keza yemek yapmayı öğrenmek de benzer bir alışma ve öğrenme süreci gerektiriyor ki bu da birçok şeyin öğrenme sürecinde olduğu gibi can sıkıcı. Tüm bunlardan yaptığım çıkarım ise şu: Bir şey ne kadar çaba ve zaman gerektiriyorsa o kadar kıymetli ve zevkli oluyor. Bu yüzden ağlamayı, sızlanmayı bir kenara bırak!
Bir de şu düşünerek zaman kaybetme işinden de vazgeç artık! Bir şeyi yapmak istiyorsan, yap!